Bugünlerde çok popüler olan, hepimizin duygularını, aklını
karıştıran, izleyen herkesi şu ya da bu şekilde etkileyen bir video var. Bir
genç adam, kendini çok güzel ifade edebilen, derdini çok iyi çözümlemiş bir genç
adam yaşamına neden son vermek istediğini anlatıyor.
Sosyal medya çalkalanıyor. İntihar girişiminde maalesef
sonuca ulaşan Mehmet bir anda herkes için başka birşeyin sembolü oluveriyor,
fakat Mehmet'in ardından ona üzülenlerin yazdığı onlarca mesajda karşıma çıkan
bir ortak nokta var. Mehmet'in kendini öldürmeden hemen önce söyledikleri, tavrı,
gülümsemesi, öfkeli olmayışı, sakinliği, kimseye kızmayışı, isyan etmeyişi baş
tacı edilmiş, Mehmet'i bir anda ve hem de artık kendisi için çok geç bir
anda 'cool' bir rol model yapmış.
Mehmet'in videosunu ben de izledim. Hayatını çok özet ve
geniş bir çerçeveyle anlattı, kendisini intihar fikrine iten sebeplere 'bardağı
taşıran son damlalar' dedi, ama intiharından bu damlaları sorumlu tutmanın haksızlık
olacağını söyledi. 'Bardak zaten doluydu, taşıyordu.' dedi. 'Bazı insanlar
intihara daha eğilimli oluyor.' dedi ve kimseye doğrultmak istemediği parmağını
bir anlamda kendi genlerine doğrulttu. Ama şunları da söyledi, nezaketi, inceliği
çok önemsediğini, bunun artık bir yük olmaya başladığını ve bir şeyleri yeniden
inşa etmeye, değişmeyi denemeye gücü olmadığını.
Bugün etrafımıza örümcek ağı gibi örülen, bizi fabrikalarda,
plazalarda, AVMlerde pazarlama çılgınlığının hedefi ve kölesi olacağız diye başka
birer insana dönüştüren sistemin bizden talepleri vardı. Öfkemizi kendimize
saklamak, başımıza gelen herşeyden kendimizi sorumlu tutmak, hayatı, gidişatını
sorgulamamak, yaşamak için 'güçlü' olmak, başımıza gelenlerden etkilenmemek,
duygularımızla işimizi karıştırmamak, gitgide ruhumuzu unutmak ve en nihayetinde
eğer dönüşemiyorsak elbette ki bu bizim problemimiz olduğu için başımızın çaresine
bakmak. Mehmet 'dönüşemediğini' söylüyordu özetle, bunu söylerken öfkesini, kızgınlığını,
hayalkırıklıklarını kendine saklayarak. Mehmet'in daha önce adını bile duymamış
birçok ardından üzüleni işte bu noktada alkış tuttular ona.
Tehlikenin farkında mısınız? Mehmet'i tam da bu övüp, yere göğe
sığdıramadığımız özellikleri öldürdü. Mehmet'i ve depresyonunu kendi kendine
yasayan, dışarıya gülümseyen, herşey yolunda diyen ve intiharına şaşırılan
'keske bilseydim' denilen birçok insanı sessizlikleri öldürdü.
Biz gitgide neye dönüşüyoruz? Niye dönüşüyoruz? Yaşamak,
hayatta kalmak için neden dönüşmek zorundayız? Neden artık sabah işe gittiğimizde,
bir gece önce 40 derece ateşli çocuğumuzun başında hiç uyumamış bile olsak,
sevdiğimiz bir insanın ölüm haberini almış bile olsak, eşimizle hiç etmediğimiz
kadar şiddetli bir kavga etmiş de olsak, aklımızda binbir türlü problemimiz de
olsa, dünyanın en mutlu insanı bizmişiz gibi 'ben problemsizim, çöpsüz çekirdeksiz
üzüm gibiyim' rolü yapmak zorundayız? Yahu biz insan değil miydik? İnsan dediğin
dünyaya ağlayarak gelen bir canlı değil miydi? Doğduktan hemen sonra gülen bebekler
vardı ve hayatın en başarılı, en
sevilen, en mutlu insanı olmaya doğuştan hazırdılar da biz mi onlardan
olamadık? İnsanın güçlü anları, yanları olduğu kadar, düştüğü anları, korkuları,
mutsuzlukları, endişeleri vardır. Biz ne zaman duygularımızı kendimizi
zorlarcasına hep ibrenin mutlu tarafına doğru seçer olduk ve problemleri yok
saymayı, bastırmayı kutsar olduk? Bir zamanlar buna arsızlık denirdi, arsızlar,
gamsızlar sevilmezdi. Ne oldu?
Mutluluğun şartlardan çok beceri işi olduğuna inananlardanım
ve çok küçük şeylerle mutlu olabilen gayet klişe bir insanım. Fakat şunu asla görmezden
gelemem, bu çağın hayatı, özellikle haddinden fazla talepkar, insanın insani özelliklerini
yok saymaya yönelik iş hayatı, 'hayatında ne olup biterse bitsin, bunu işine
yansıtma, lütfen bizim haberimiz olmasın'ı beynimize kazıyan işveren ve saz
arkadaşları artık insan değil robot istiyorlar.
Mehmet işini seviyordu ya da sevmiyordu demiyorum, Çalışandi,
işverendi, sebep işiydi değildi, bunu bilmiyorum. Söylediğim bu çağın alışkanlıklarının
bize, insan ruhuna ve bedenine fazla geldiği. Ve sistemin yine büyük bir başarıyla
bizden bunu kendimize saklamamızı istediği.
Herkes kendi derdiyle o kadar dolu ki, bir başkasının sıkıntısını
dinlemek, ona kendinde bir yer açmak istemiyor. Çünkü üzülen insan, zayıf yönlerini
sergileyen insan sistemin başarılı toplum mühendisliği çalışmaları sayesinde gözümüzde
bir 'ucube'ye indirgendi. Hepimiz, her an, iş görüşmelerinde sergilediğimiz
'aman da ne pozitifmiş' tavrımızla pırıl pırıl parlamak durumundayız.
Eski meslektaşım olduğunu öğrendiğim yeni iş arkadaşıma eski
çalışmalarını neden bıraktığını sordum, 'çünkü çok seviyordum işimi, birşeyi çok
seversen bırakmak zorundasın' dedi. İş görüşmelerine hazırladığı bir cevaptı
bu, siz ne kadar inandıysanız ben de o kadar inandım.
21. yüzyil bizleri hastalanmayan, yaşlanmayan, yorulmayan, üzülmeyen,
her şarta ve koşula dayanıklı, işini herşeyin önünde tutan, işinin dışında bir hayat yaşamayi istemeyen, örneğin
evlenmek istemeyen, çocuk istemeyen süper kahramanlara evriltmeye çalıştıkça,
yorulacağız ve kendimize saklayacağız. Emekli primlerimiz artıp, emekli maaşları
gitgide düştükçe, tam ortasında debelendiğimiz halde göremediğimiz bir örümcek
ağı gibi dört bir tarafımıza yapışmış global ticaretin ilişkileri ve doymak
bilmez istekleri nedeni ile her geçen gün insanın hayatını daha da zora sokan
yasalar çıktıkça, dünyanın dört bir yanında, yaşamak zorlaştıkça, ev almak, çocuğuna
birşeyler bırakmak, bildiğin domatesi bildigin pazarda bulmak lüks yaşam haline
geldikçe üzüleceğiz ve kendimize saklayacağız.
Bu böyle nereye kadar gider bunu bilmiyorum ama robotların dünyayı
ele geçireceği günü heyecanla bekliyorum. Hiç olmazsa insan insanlığını bilir,
robot robotluğunu.
0 yorum:
Yorum Gönder