Herkesin, bilmediği
bir sebeple sevdiği, diğerlerinden ayrı tuttuğu üç beş nesne vardır, benimki
nevresim takımları.
Annem çocukken
uykuya doyamadığımı düşünür. İlkokula kendi isteğimle erken başladığım, birinci
sınıfta öğrenecek hiçbirşeyim olmadığının anlaşılması üzerine okula başladıktan
bir hafta sonra ikinci sınıfa aktarılmam ve ikinci sınıfların sabahçı olması, zar
zor uyanıp okula gitmem annemin hala geçmişe dair elinde olsa değiştirmek
isteyecekleri listesindedir.
Oysa benim
uykuyla ilgili platonik aşk ilişkim çok sonraları başladı. Günde iki sınavın
denk geldiği vize ve final dönemlerim, 'öğrenciler nasılsa çözer' diye tahmin
edilerek verilen ödevler, laboratuar raporları ve her öğrencinin olmazsa olmazı
sabahlamalar. Sabaha kadar 'olur da sınavda çıkarsa' diye çalışılmadık satır
arası bırakmamak için kendini hırpalamalar. Tezler, çalışmalar, yayınlar...
Uykusuz
geçeceğini bildiğim bir geceye yürürken bir çeyiz ve ev tekstili dükkanının
önünde durmuşum, dükkanda kimse kalmamış. Kapalı dükkanın vitrininden içerideki
nevresim takımlarını, yatak örtülerini seyre dalmışım. Farkında olmadan o
dükkandan, bana ait olmayan bir hayatın dallı güllü ayrıntılarını, gece olunca
yatağına gidip uyuyabilen o şanslı masal ülkesi insanlarının yastıklarını,
yorganlarını rüyadaymışım gibi izlemişim. Rüyamda gece 12 olduğunu ve uyuduğumu
görmüşüm.
Hergün aynı
saatte uyumaya gidebilmek, hergün aynı saatte başını yastığa koyabilmek nasıl
birşey hayalini kurmuşum. Kendimi o yataklarda yayılıp uyurken düşünüp mutlu
olmuşum. Sanki dersler, ödevler, sınavlar, tezler, notlar başka bir insanın
sorumluluğuymuş ve ben o gece geceyarısından önce üzeri turuncu kocaman çiçek
desenleriyle bezenmiş açık yeşil nevresim takımlı yorganıma sarılıp uyumuş
olacakmışım.
O günlerden kalma
bir takıntıdır bende nevresim takımları. Uykuyu, sade bir hayatı, güzel bir
rüyayı, sadece sabah içilen kahveleri hatırlatırlar, güneşin gözünü ağrıtarak
sona eren kısacık uykuların ve asık suratlı sabahların olduğu evrenin tersidir
o rengarenk üç beş metre kumaş.
Özellikle
çiçekli, ağaçlı, yapraklı, dallı olmalı benim nevresim takımlarım. Trigonometri
sorularında kalması gereken üçgenleri, mühendislik tasarım kağıtlarından
fırlamış kareleri, hatta yuvarlak içiçe geçmiş daireleri bile istemem ben
uyurken. Uyku beni rüyanın ağacına çağırmalı, tasarlanmış değil, yapılmış
değil, varolan, çevremde olduğu gibi görülmeyi, sevilmeyi ve kabul edilmeyi
bekleyen, isteyen doğa ve dünya olmalı yorganımın beni saran sıcaklığının
motiflerinde.
Ciğerci kedisi
gibi çeyiz dükkanlarının önünde durmam, içeriye girip nevresim takımlarına
bakmam, dizi izlerken bile nerede bir yatak odası gösterseler, yatağın üzerinde
oturmuş hain planlar yapan filmin sinsi kadınını ya da oturmuş ağlayan masum
prenses başrolünü elimin tersiyle gözümün ucuna itip nevresime odaklanmam bu
yüzden. Her ne kadar geceleri sevsem de, geceleri yazmayı, müzik dinlemeyi,
yıldızlara bakmayı sevsem de, geceleri öğrenmeye harcadığım ve değip
değmediğinden emin olamadığım o emeklerin yerine koyabileceğim uykudur benim
için nevresim takımları.
Rüyamda saat
geceyarısı 12yi vurmuş ve ben yatağıma yatıp uyumuşum.
0 yorum:
Yorum Gönder